Ayrılma – Bireyleşme Süreci Ve Kimlik Oluşumu

AYRILMA-BİREYLEŞME SÜRECİ VE KİMLİK OLUŞUMU

Güncel psikoloji ve psikiyatri literatürü yalnızca bebek psikozları ya da narsisistik ve borderline bozukluklarla ilgili olanlarla değil, aynı zamanda çeşitli nedenlerden ötürü, insan kimliğinin sorunlarına odaklanmaktadır. Veri, çıkarımlar, gelişimsel süreçler – yani ayrılma-bireyleşme süreciyle – elde edilir. Dolayısıyla bunlar  mevcut teorik ve klinik çalışmada büyük önem taşımaktadır. Ayrılma ve bireyleşme normal ve patolojik kimlik formasyonun ilk başlarında olduğu için ayrılma ve bireyleşme çalışmaları yapmak bu zamanlar için çok uygundur.

Ne bebek ne de psikotik çocuk belirli bir psikoloji ile doğmuş gibi gözükmez; yani bu tip çocuklar dış dünyaya duyarsızdır. Diğer bir deyişle, yenidoğanın ulaştıklarına psikotik çocuklar ulaşamazlar, buna psikolojik doğum (psychological birth) denir. Psikotik çocuklar bireysel varlıklarını ayırt edemezler ve aynı zamanda kimliğin birinci ilkel evresine de ulaşamazlar.

Bebekler ile psikotik çocuklar arasındaki bu benzerlik, aynı zamanda otistik ve simbiyotik psikozların araştırılması (Mahler, 1949; Mahler, Ross ve DeFries, 1949), çocukluk dönemi psikozunun köklerinin ne olduğunun köklerini hipotez etmemizi sağlar. Yanı sıra hayatın ilerleyen dönemlerinde yaşanan birçok ciddi duygusal rahatsızlık 1 yaşın ikinci yarısında, otistik, simbiyotik ve ayrılma-bireyleşme aşamalarının bulunduğu ikinci yaşta ortaya çıkar (Mahler ve Gosliner, 1955). Bu hipotezi doğrulamak için (ve “ayrı bir kimlikle ayrı bir bireye dönüşmenin olağan yolu nedir” gibi önemli sorulara cevap bulmak için) 0’dan 3 yaşa kadar bebek ve annelerini gözlemlediğimiz doğal ortam araştırması yaptık.

Mahler (1968) On Human Symbiosis and the Vicissitudes of Individuation ve The Psychological Birth of The Human Infant (Mahler ve ark., 1975) kitabında ayrılma-bireyleşmenin dört alt evresinin hipotezinin, çalışmanın yöntemini ve (psikotik çocuklar vakası) tedavinin doğasını anlatmıştır (Mahler, Pine ve Bergman, 1975). Psikotik çocukların rahatsızlığı nedeniyle çalışma ve tedavi için yönlendirildiler. Bu çalışmanın denekleri orta sosyoekonomik sınıftan olan, araştırma merkezinin bulunduğu bölgede oturan, 3 yıl boyunca normal çocuklarıyla birlikte katılan annelerden oluşmuştur. İki odaklı olan bu çalışma hem anne hem de çocuğa odaklanmıştır, özellikle anne-bebek etkileşimlerine odaklanmıştır.

Çalışmamız, yenidoğanın tüm bedenini kullanarak zengin ve gösterişli hareket davranışına odaklanmıştır. Ayrıca küçük çocuğun davranışının ileri geri hareketi ve bebek ve anne arasındaki uzaklık yakınlık davranışları-bunların frekansı, zamanlaması ve yoğunluğu üzerine odaklanmıştır. Bu davranışlar, daha sonraki çağlarda sözlü iletişimde karşılaştığımız  fenomenlerde ipuçları sağlar.

Haftalık iki kez yapılan gözlemler, haftalık röportajlar ve iki ayda bir yapılan ev ziyaretleri ile  zengin verilere ulaşılmıştır. Benzer çalışmaların aksine çok fazla data toplanmıştır. Araştırmamızın vurgusu doğal gözlemdir. Bu doğal gözleme standartlaştırılmış durumların çoklu ve ikili gözlem yoluyla ulaştık. Bundan dolayı değerlendirici güvenirliği yüksek çıkmıştır. Araştırmamızın diğer araştırmalara göre az yapılandırılmış daha özgür ortamlara sahiptir fakat metot tutarlılığı yüksek çıkmıştır. Standartlaştırılmış deneysel durumun aksine, her annenin çocuğuyla gelişi, gidişi, çocuğuna bakması ve avutmasından bu çalışma adına çok şey öğrenildi.

Normal Otistik Evre

Normal doğumdan bir aylık oluncaya kadar  süren otistik dönem boyunca yenidoğanda kendi vücudunun ötesini çok az algılama yeteneği vardır; çoğunlukla iç uyaranlar dünyasında yaşıyor gibidir ve tamamen içgüdüsel olarak çalışıyordur. Bu aşamada yenidoğanın görevi ağırlıklı olarak fizyolojik mekanizmalarla bir homeostatik denge sağlamaktır. Yenidoğan dış uyaranlardan hipotetik “uyaran bariyeri” ile bir dereceye kadar korunmaktadır. Ağlama gibi duygusal ve motor tahliye kalıpları, annenin yenidoğanın ihtiyaçlarını karşılamak üzere çağrılması sinyalleri haline gelir. Annesinin bakımı, hayatın ilerleyen saatlerinde panik reaksiyonlarına eşdeğer bir “organizmik stres” yaratacak olan dahili ve güçlü dış uyaranlara maruz kalmamasını engeller.

Anne, yönetici ego olarak, yani çocuğun içsel yetersizliğini içgüdüsel enerjilere bağlayarak ve boşaltımını geciktirerek işlev görür. Anne yenidoğanın iç uyarılar tarafından ezilmesini ve travmatize edilmesini önlemelidir. Anne çocuğun dış dünyasının duyusal farkındalığını ve vücudunun dış yüzeyini fark etmesi için vücudun özel bir yatırımından kademeli geçişi gerçekleştirmesini sağlar. 

Normal Simbiyotik Evre

Burada simbiyoz terimi bir metafor olarak kullanılmıştır. Biyolojik simbiyoz kavramından farklı olarak, farklı türlerden iki ayrı birey arasında ne olacağı açıklanmaz; bunun yerine, anne ile bütünleşmiş duruma referanstır. Yani “ben” ve “ben olmayanı” daha ayırt edemez, “iç dünya” ve “dış dünya” kademeli olarak duyusal bir şekilde ayırt edilir. Birinci ve beşinci ay arasında görülen simbiyotik evrede gözlemlenebilir davranışlar yerine içruhsal (intrapsychic) anlamlar vardır. Bu şu demek değildir, çocuğun sergilediği davranış bağımlılıktan değil, karakterinin bilişsel ve duygusal ilkelliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun sonucunda da çocuk kendisi ile annesi arasındaki farkı fark etmeye başlar.

Simbiyotik evrenin başlangıcında, annenin ilgisi ve çocuğun kendi gerilimini azaltma çabası, başarma ve ana homeostazi etrafında konumlanır. Zaman içinde bebek, “haz verici”, “iyi” bir kalite ile “acı veren” “kötü” bir deneyim kalitesi arasında ayrım yapmaya başlar (Mahler ve Gosliner, 1955). Bu farklılaşma, son bölünme mekanizmasında hastanın ilk ontogenetik temelini oluşturmaktadır. Bu iki ilkel uyarının bellekte bıraktığı izler primer farklılaşmamış matris ya da Jacobson (1964) adlandırdığı gibi primer “psiko-fizyolojik benlik” olarak adlandırılmaktadır.

İlk ay boyunca otomatik var olan uyarıcı engel, ikinci ayda dış uyaranlara engel olmamaya başlar. Ama, bu uyarıcı engel kalkmasına rağmen yine de algısal bir çevre sınır mevcuttur. Bu koruyucu sınır pozitif olarak yatırım yapmış bir uyarı kalkanı oluşturmaya başlar ve anne çocuk birliğinin simbiyotik yörüngesini kuşatır (Mahler, 1967). Bu uyarı kalkanı yalnızca pre-egonun benlik tasvirini değil, aynı zamanda da anne bebek matrisinde de daha tanımlanmamış libidinal olarak yatırım yapılmış simbiyotik nesneleri de içerir.

Bebeğin algı kapasitesi -en azından ihtiyaç duyulduğunda- tatmin ve keyif vereceği deneyimlere, bedensel özün dışındaki bir kaynağa bağlı olması otizmden simbiyotik evreye geçişi işaret eder. İhtiyaç durumu oluşmadığında, bebeğin gerginliğini geride bırakmasına izin verildiğinde yani memnuniyet ve güven sağlandığında bir egonun başlangıcından ve aynı zamanda simbiyotik bir nesneden bahsedilebilir. Bu gelişme, Gestalt’ın anne vazifesi kuramı ile bağlantılı olarak tatmin haznesinin bellekte bıraktığı izleri ile mümkün kılınır.

Olgunlaşan süreçler ve anne bakımı bebekte kendi vücuduna ve dış dünyaya karşı oluşan duyusal farkındalığı meydana getirir. Bebeğin homeostatik dengesinin korunması ya da tehdit edilmesi durumunda anne bebeğine yavaş yavaş rahatlama ve tatminin kendi dışından geldiğini algılatmaya başlar. Simbiyotik evrenin zirvesi olan gülümseme tepkisi bebeğin bir diğer simbiyotik eşe diğerlerinden farklı olarak cevap verdiğini gösterir. İlk yılın ikinci yarısında simbiyotik eş artık değiştirilemez; 5 aylık bebeğin çok yönlü davranışları, annesiyle artık belirli bir simbiyotik ilişki kurduğunu gösterir (Spitz, 1959).

Otistik ya da simbiyotik aşamada stres – organik stres ortaya çıkar ve simbiyotik eş bebeğin homeostazisinin korunması için yardıma çağrılır. Aksi takdirde, nörobiyolojik modelleme süreçleri kateterden atılır. Bu zamanda somatik bellek izleri ayarlanır ve daha sonraki deneyimlerle birleşir ve sonrasında psikolojik baskıları arttırılabilir (Greenacre, 1958).

            Wolff (1959) ve Escalona (1962) tarafından tanımlanan yeni doğanın “aşamaları” olarak, genel bir şekilde, sensoryumun aşamalarını ölçmekteyiz. Simbiyotik evre boyunca, bebeğin “ego aşamalarını” kendi iç duyumlarına yatkınlığını, simbiyotik ve libidistik konumlar arasında izleyebilir. “Hareketsizlik alarmı (alert inactivity)” aşamasında, bebeğin dikkatleri dış dünyaya doğru döner; bununla birlikte, bu dikkat çoğunlukla anneyle az çok alakalı olan algılardan ibarettir.

Normal simbiyotik evre, bebeğin tüm önemli filogenetik kapasitesini anne ile duygusal bir bağ oluşturmak için ortaya koyar; bu “ikili birim (dual unity)” bundan sonraki oluşacak tüm insan ilişkilerinin altyapısını hazırlar. Tatmin edici bir simbiyotik evre, bebeğin sonraki ilişkilerinde başarılı olmasının ön şartıdır.

Optimal bir insan simbiyozu, bireyciliğin değişimlerini ve duygu/mental enerji açısından (cathectially) istikrarlı bir “kimlik duygusu” oluşması için son derece önemlidir. “Beden imajı” bakış açısıyla propriyoseptif engelleyici yatırımın çevresel duyu-algılayıcı yatırıma kayması erken çocukluk dönemi psikozunun psikanalitik çalışmalarından anlaşıldığı gibi gelişmede önemli bir adımdır. Yatırımın bu büyük değişimi, body-ego oluşumunun ve nihayetinde benliğin oluşumunun temel bir ön şartıdır. Bir diğer paralel adım, tahrip edici, sızdırmaz hale getirilmemiş agresif enerjinin kendi sınırlarının ötesinde, projeksiyon ve dışsallaştırma yoluyla çıkarılmasıdır.

Bebeğin iç duyumları benliğinin çekirdeğini oluşturur. Benlik hissi merkez olarak tutularak kristalleşip daha sonrasında “kimlik duygusu” olarak adlandırılacaktır (Greenacre, 1958; Mahler, 1958; Rose, 1964, 1966). Duyu algılayıcı organ -Freud’a (1911) göre egonun dış çevresi (peripheral rind of the ego)- benliğin nesne dünyasından sınırlandırılmasına katkı sağlar. İki tür içruhsal yapı kendi kendini yönlendirme (self orientation) için bir çerçeve oluşturur (bkz. Spiegel, 1959).

Simbiyotik eşlerde her iki tarafında örgütlenme ve yapılanma süreçlerini kutuplaştırdığı söylenebilir. Simbiyotik eşlerden birinin kaynağının çiftli yapısından çoğalan yapılar, kişinin benliğindeki ve nesneler dünyasındaki açık ve bütün imgeler olmadan önceki tüm deneyimlerin ilişkili olduğu bir yapıyı temsil eder. Spitz (1965) anneyi, bebeğin yardımcı benliği olarak adlandırmaktadır. Annenin simbiyotik ortağı “tutma davranışı(holding behavior)”, annenin “birincil annelik tasası (primary maternal preoccupation)”, simbiyotik düzenleyici olarak düşünülebilir (Winnicott, 1956).

Libidinal Yatırımın İlk Kayması

Dış uyarana dönme, yani dışarıya yöneltilen dikkat Gestalt’in anne kuramına göre protatip bifaziğin (prototypical biphasic) görsel örneği olarak değerlendirilmektedir. Bu tür tepkimeler bebeğin reaksiyon modellerini ortaya çıkartır. Bahsedilen dışarıya yönelik algılama faaliyeti simbiyotik eş ile gerçekleştirilen içedönük dikkat yatırımının yerini alır. Ortaya çıkan bu oluşum, kuluçka olarak adlandırılacak süreci başlatır.

Bahsedildiği gibi, bu kuluçka işleminden önce bebeğin psişik yapıda farklılaşma eksikliği bulunmaktadır. Kuluçka deneyimi, ayrılma-bireyleşme süreci fazıyla başlar. Bu evre, farklılaşma bulgularıyla başlar, bebeğin annenin yakın çevresinden çıkmaya başlamasıyla devam eder (çocuğun simbiyotik eşinden uzaklaştığı fark edilirse dikkatinin tekrar eşe yöneltmesi sağlanır). Nihayetinde ilkel kendilik duyumu varlık ile bireysel kimlik duygusuna ve libidinal nesne ile benliğin sabitliğine yönelik adımlar atılması ile ilerler. Bu işlemin son kısmı bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

            Simbiyotik eşinden uzaklaşan bebek yine bu yörüngede bulunmaktadır, güvenli bir alanın farkında olduğu için zevk ve dışsal duyu algıları yatırımın iç ve dış formlarına serbestçe salınabilir (bkz. Rappaport , 1959, 1960; Spiegel, 1959; Rose, 1964). Sonuç olarak, simbiyotik yörüngenin ötesinde gerçekleşen bu farklılaşma optimal bir durumdur.

Kuluçka süreci, algı merkezinin ontogenetik bir evremidir, dışardan yönlendirilen dikkat yatırımının protatipinin nasıl geliştiği, kuluçka sürecinde bebeğin farklılaşma sürecini nasıl farkettiğini gözlemlemek büyüleyicidir. Bu noktada anneye bir yönlendirme noktası (checking back) olarak konumlandırılır ve düzenli olarak simbiyotik eşin devamlılığı teyit edilir (custom inspection) (Brody ve Axelrad, 1966). Bu kontrollerde bebeğin dikkati, annesinin yüzünün tüm özelliklerinin az ya da çok kasıtlı incelenmesi ve nokta nokta karşılaştırılmasını içermektedir (Mahler ve McDevitt, 1968). Hem karşılaştırma hem de kontrol-tekrar kalıpları 10 ile 16 aylık dönemlere kadar devam eder. Sonrası ise Furer’ın adlandırdığı duygusal tatmin (emotional refueling) ile tamamlanır.

Yatırımın İkinci Büyük Değişimi

Kuluçka işleminin zirve noktası, aktif hareketin olgunlaşma hızı ile aynı zamana denk gelmektedir ve “eylem” için olgunlaşan baskıyı artırır. Böylelikle hareketin uygulanması ve gerçekliğin daha geniş kesimleri keşfetmesi mümkün kılınır. İlk yılın dördüncü çeyreğinden itibaren bu baskı, bebeğin annesiyle kendisi arasına mesafe koymasını ve fiziksel gitgellerini deneyimlemesini sağlar. Bu etkinlik, egonun daha da geliştirilmesi üzerinde büyük katalizör bir etkiye sahiptir (Mahler, 1963; Mahler, Pine ve Bergman, 1975; McDevitt, 1975).

Simbiyotik eşin sergilediği “tutma davranışı” bebeğin simbiyotik yörüngesinden yumuşak ve yavaş yavaş “kuluçkadan (hatching)” çıkmaya hazırlanmasına yardımcı olur – yani kendi kaynaklarında gereğinden fazla zorlanma olmaksızın- tutma davranışı ile simbiyotik eşin amacı bebeği daha donanımlı hale getirmek, şimdiye kadar kaynaşmış simbiyotik benliğinin temsillerinden ayırmaktır. Ancak bireyleşmenin ikinci alt aşamasının en yüksek düzeyinde bile, yani uygulama döneminde, bebek ne kendini temsil eder ne de bütünüyle libidinal bir nesne temsiline entegre olur.

Erken bebeklik döneminde anne-çocuk ilişkisinin pek çok unsurundan, ipuçlarının karşılıklı seçilmesinden özellikle etkilendik. Bebeğin ihtiyaç, gerginlik ve zevk göstermek için çok çeşitli ipuçları sunduğunu gözlemledik (Mahler ve Furer, 1963). Bir diğer değişle, simbiyotik eş bu belirtilerden yalnızca bazılarına yanıt verir. Bebeğin bu seçici tepki ile ilişkili olarak davranışını yavaş yavaş değiştirmesi; kendi iç doğumunun ve ana-çocuk ilişkisinin sonucudur. Bu dairesel etkileşimden hareketle, çocuğun kişiliğinde belirli genel nitelikleri gösteren davranış kalıpları ortaya çıkar. Burada göründüğümüz, çocuğun bir birey olarak doğuşudur (bkz. Lichtenstein, 1964).

            Annenin bebeğin sonsuz potansiyelinden, bilinçsiz bir şekilde ihtiyacı olan enerjisini aktive eden, özellikle de “kendi çocuğunu” benzersiz ve kişisel ihtiyaçlarını yansıtacak şekilde yaratan durumundan bahsetmemiz gerekir. Simbiyotik evrede anne ve bebek arasında gerçekleştirilen bu yapı bebeğin bu karmaşık düzende “kendisini kendi annesinin çocuğu (the child of his particular mother) olarak tanımlar (Lichtenstein, 1961). Başka bir deyişle, anne bebeğin ilkel benliğinin (primitive self) otomatik olarak ayarlandığı bir çeşit “referans çerçevesi olarak” bebek tarafından konumlandırılmaktadır. Eğer annenin bebeği ile birlikte “birincil meşguliyet” evresi tahmin edilemez, dengesiz, düşmanca ise ve  anne kendine olan güvenini tam sağlayamamışsa bebekte de simbiyotik eşe dönmek için referans çerçevesi oluşmaz (Spiegel, 1959). Sonuç olarak, normal standartlarda keyifli ve tehlikesiz bir bağ olarak konumlandırılan simbiyotik bağ bir rahatsızlık olarak algılanacak ve bebeğin aniden içine kapanmasına sebep olacaktır.

Yukarıda belirtildiği gibi, simbiyotik fazda, birincil kimlik oluşumu yöntemi karşılıklı olarak oluşmaktadır. Simbiyotik eşte ortaya çıkan narsisist duygular aynı şekilde bebekte de ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde, sıradan çocuk, psikotik çocukla karşılaştırıldığında, bu negatif kuluçka sürecinden kendisini diğer çocuklar ile karşılaştırarak atlatabilir.

Farklılaşma Alt Safhası

Farklılaşma fazı, ayrılma-bireyleşme sürecinin dört alt fazının ilk alt fazıdır. Beş ile dokuzuncu ay arasındadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bebekte dikkat, kalıcılık ve hedefe yönelik yeni bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bu görünüm çocuğun “kuluçkasının (hatching)” davranışsal göstergesidir; bize kalıcı olarak uyarı veren bir sensoryum olduğunu ve uyanıkken dış dünyaya daha tutarlı bir duyusal yatırım yaptığını gösterir.

Bu olgunun en önemli davranışsal belirtilerinden biri, yakın ve uzak çevrenin tanınmasıdır. Annesinin saçlarını, kulaklarını ve burnunu çekerek, aynı zamanda vücudunu incelemek için kendisini annesinden uzak tutmak, tanımaya yönelik davranışsal göndermelerdir. Bu evrede bebek kendi vücudunun annesinin vücudundan farkını gözlemlemektedir. Altıncı aydan 7. aya ise, bebek annenin yüzü ve diğer uzuvlarının dışında kolye, gözlük gibi cansız objelerinin farkına varmaktadır. Bu evrede bebek annesi tarafından başlatılan ce-e (peekabooo) oyunlarından hoşlanmaya başlar, sonrasında ise oyun bebek tarafından başlatılır.

Farklılaşma alt safhası yedinci ve sekizinci aylar boyunca ilerledikçe, bebeğin fiziksel ayrılıktaki deneme deneyleri, annesinden uzaklaşırken veya ayaklarında yerde oynamak için kucağından kayarken olduğu gibi davranışlarda da görülebilir. Daha önceki anneye ve onun kollarında pasifize şekilde sarmalanmasıyla gözlemlenen bağımlılığının aksine, bebek şimdi kendi bedeninin kullanımı konusunda aktif bir zevk almaya başlar, zevk ve teşvik için dış dünyada aktifleşir. Bu davranışlar, annesi etrafta yokken annesini hatırladığını gösteren davranışlardır ve annesinin unutulmadığını fakat kendisinden farklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Bebek, annesinin yüzünü artık tanımaktadır ve yeterince bireyselleştirmiştir, bu sebeple anne dışında farklı bireylerin yüzlerine meraklı ve endişeli reaksiyonlar gösterir. Bebek annesinin yüzünü başkaları ile kıyaslamasının yanı sıra annesinin sahip olduğu “içgörüyü (inner image)” de kıyaslar. Bu karşılaştırma ayrılma-bireyleşme fazındaki farklılaşma fazının en önemli modelidir. Simbiyotik evrede anne ile iyi ve sağlam bir ilişki içinde olan ve kendine güvenen bebek bu süreçte de yabancıları keşfetme evresini daha keyifli bir şekilde yaşar. Öte yandan, simbiyotik evresini ağrılı ve yetersiz geçiren bebekler yabancılarla daha rahatsız bağlar kurmaktadır. Simbiyotik eşi ile negatif bağ kurmuş olan bebekler bu süreçte bir yabancıyı bile simbiyotik eşlerine tercih edebilirler.

İlk yılın sonuna gelindiğinde ve ikinci yılın başlarında içruhsal ayrımın belirli bir açıklığa kavuştuğu gözlenmektedir, buna rağmen ayrılma-bireyleşme her zaman uygun ve oransal olarak ilerleyen gelişim izine sahip değildir. Bireyselliğin ilk adımı, içruhsal özerkliğin ve yapının evrimidir; diğeri de anneden ayrılma evresidir. Bu yapısallaştırma süreci nihayetinde, iç nesne temsillerinden farklı olarak, içselleştirilmiş benlik tasvirleri ile sonuçlanır.

            Bu fazda optimum durum bedensel ayrımcılığın farkındalığı ile yürümeye başlayan kişinin bağımsız özerk işleyişi gelişimi ile paralellik gösterdiği durumlardır. Bu gelişmeler, çocuk ve annenin ileri geri hareketleri ile incelenebilir. Bazı çocuklarda ise yol ayrımı dengeyi bozabilir; örneğin gelişim evresinden erken yürümede, ayrılma bireyleşme ile kazanılır.

 

Uygulama Dönemi

Bu alt kademeyi iki bölüm olarak düşünmek daha yararlı olacaktır. İlk önce, bebeğin, hala devam eden, anneyi fiziksel olarak tarama, emekleme, tırmanma ve sağa sola hareket etme konusundaki kabiliyetleri ile başlatan pratik alt evre; ikinci evre ise, dikey, serbest dolaşımla başlatılan uygun uygulama periyodudur- yani bağımsız hareket etme. En az üç, birbiriyle ilişkili gelişme, bebeğin ayrılma ve bireyleşme bilincine yönelik ilk adımlarına katkıda bulunur: (l) vücudunun annesinin vücudundan farklı olduğunu fark etmek, özellikle sınır oluşumu (boundary formation); (2) anneyle spesifik bağın güçlendirilmesi; (3) özerk egonun (autonomous ego) anneye yakın olgunlaşması ve işleyişi.

İlk pratik alt aşamada bebeğin anneye olan ilgisi, çevredeki cansız cisimlere yayılır. İlk başta annesinin sağladığı nesnelerle ilgilenir. Yavaşça ilgisi, giderek genişleyerek kavrayabildiği tüm nesneleri kapsar. Erken uygulama döneminde, giderek artan erişim ile dış dünya, bebeğin keşifleri için erişilebilir hale gelir. Bu yaştaki bebekler, karşılarına çıkan şeylerin araştırılmasından yorulmazlar. Bebek bu süreçte çoğunlukla fazla kaygı duymadan anneden uzaklaşabilir fakat buna rağmen annenin kendisinin bir parçası olmadığını bilemez. Annenin aslında onların bir parçası olmadığını kendilerini incittiklerinde veya yere düştüklerinde onları kurtarmak için otomatik olarak bir el uzanmadığında fark ederler.

            Bu alt aşamada hareket kabiliyetinin artmasıyla birlikte dünyası genişler. Artık görülecek, duyulacak ve dokunulacak daha fazla şey vardır. Bu faaliyetler kimlik oluşumu için vücut sınırlarının oluşturulması ve bebeğin vücudunu daha fazla fark etmesi için özel önem taşır. Libidinal yatırım, hızla büyüyen özerk ego ve onun işleyişine büyük oranda kaymaktadır ve yürümeye başlayan çocuk kendi dünyasının büyüklüğünden etkilenir ve bu sebeple narsisizmi en üst seviyeye çıkar.

Bebek tüm bedeninin kullanımı konusunda aktif zevk almaya başlar. Bebek ellerine bakar, dokunur, baş parmaklarını ve diğer parmaklarını emerek bütün vücudunun farkına varır. Yavaş yavaş ebeveynlerinin isimlerini öğrenirken, aynı zamanda da göz, burun ve ağız gibi vücut bölümlerinin adlarının bilincine varır.

Eskiden neredeyse sadece anneye yakın vücut ihtiyaçlarının pasif olarak tatmin edilmesine odaklanan enerji, şimdi vücudun aktif kullanımı ve anneden bir miktar uzakta kalarak zevk almak üzerine yoğunlaşmıştır. Pratik yaparken yürümeye başlayan çocuk, kendisi ve yeni başarılarından oldukça memnun görünür. Dünyayla ve kendisi ile bir aşk ilişkisi içine girer. Yürümeye başlayan çocuk yalnızca ego aygıtlarının (ego apparatuses) kullanılmasında değil, aynı zamanda anne ile kaynaşma eğiliminden de kaçmaktadır.

Devam ettikçe çocuk kendi sevdiği objeleri taklit eder ve tanımlar. Bu tanımlamalar, yürümeye başlayan kişinin ortaya çıkmakta olan kimliğini ve bireyleşmesini şekillendirir. Yavaş yavaş başkalarının duygularını fark ederek kendi hisleriyle eşleştirir, onlarla kendi zevklerini paylaşmaya hatta onları bu zevke davet etmeye başlar.

Bebeğin uygulayıcı döneminin doğası yalnızca doğuştan gelen faktörlere değil aynı zamanda annenin tutumuna da bağlıdır. Bazı anneler çeşitli şekillerde pratik yapmaya, bağımsızlığa ve özerkliğe teşvik etmektedir; bazı anneler ise bebeğini cesaretlendirir, yakın simbiyotik ilişkiyi sürdürmeyi veya bebeğin kapasitesini başarabileceğinden daha fazla zorlamayı tercih eder.

Bununla birlikte, koşullar elverişli ise bebeğin yeni duyulara karşı olan dürtüsü doldurulmaz ve bu açlık aralıksız sürer. Çoğu zaman, dış dünyaya o kadar çok ilgi gösterir ki annesinin varlığından habersiz görünür, hatta küçük yaralanmalara ve küçük hayal kırıklıklarına karşı hoşgörü gösterir. Sadece bazen “duygu tatmini (refueling)” için annesine ihtiyaç duyar.

Takas Tablosu Alt Safhası

Yakınlaşma alt evresi (dördüncü son evre) bir sonraki bölümde tartışılacağı için, burada sadece tanıtılacaktır. Yaklaşık 16 ila 24 ay süren bu alt evrede, anne artık çocuk tarafından “cepte görülmemektedir (taken for granted)”. Bu evrede çocuk bağımsız hareket ederek artık anneden ayrıştığının farkına varmaktadır, bu onun için daha karmaşık bir hal almıştır.

Annesinin varlığından bihaber olan bebeğin artık davranışı aktif bir yaklaşım davranışı ile değişir-anne sevgisine olan ihtiyaç, annesinin hayatındaki konumu ile ilgili endişe aynı zamanda becerilerini ve deneyimlerini anne ile paylaşma isteği-. Bu süreçte daha önceki kaygısının yerini artık keşfetme duygusu alır; artık düştüğünde veya bir yerini çarptığında eskisi kadar etkilenmez ve artık yaşadığı ayrılıklardan dolayı “üzüntü” duyabilir. Artık en büyük zevk kaynağı sosyal etkileşimlerden beslenmektedir.

Çocuğun kendi ayrımcılığını ve kendi sınırlamalarını tanıması kendine duyduğu sevgisinin çöküşüne yönelik tehdit içerir- kendine olan güveni, kendinin yapabilme gücüne olan inancı. Çocuk yavaş yavaş annesinin isteklerinin kendisininkiyle her zaman uyuşmadığını fark etmeye başlar ve kendini sık sık annesiyle çelişir halde bulur. Çocuk annesinden ayrılma duygusunu yaşadığı için bu duyguya bütün mekanizması ile karşı koymaya çalışır; ama aynı zamanda da dünyasını genişletmek için büyük bir istek duyar. Bu evrede annesi ile kalma isteğinin yanı sıra annesinden kopmak ve kendisini sevme isteğini ortaya çıkarır. Hem annesini tatmin etme isteği hem de bundan dolayı duyduğu öfkesi onu kıskançlığa iter ve karakterinin sahiplenme duygusunun anal fazı ortaya çıkar ve anatomik seksüel farklılıklara reaksiyon gerçekleşir.

Bu evrede açıklanamayan acımasızlık ve anlaşmazlığın yanı sıra, ayrılık kaygısı, uyku bozuklukları ve depresif bir eğilim vardır. Bazen, anneye karşı belirgin bir kararsızlık ve düşmanlık söz konusu olur; bu, çocuğun alternatif olarak tutunup uzaklaşmasıyla ortaya çıkabilecek ilişkilerinde bir krizi beraberinde getirir. Bu dönemde çocuk “bölünmeyi (splitting)” negatif tavırlar ve öfke patlamaları için bir savunma mekanizması olarak kullanabilmektedir. Eğer bu davranışlar aşırı olursa, tehlike sinyalleri oluşturur. Erken gelişmede üç temel korku-nesneyi kaybetme korkusu, nesneye duyulan sevgiyi kaybetme korkusu ve iğdişlik korkusu (castration anxiety)- ortaya çıkar.

Annesi sıklıkla çocuğunun bir taraftan daha bağımsız hale gelmesi ve ısrarcı olması nedeniyle şaşkına döner. Öte yandan hayatının her alanını paylaşmasını ister. Bu zamanda, annenin, yürümeye başlayan çocuğun çelişkisini fark etmemesi veya tepki göstermemesi, duygusal olarak erişilebilir olması ve davranışsal olarak öngörülebilir olmaya devam etmesi, aynı zamanda çocuğun bağımsızlığı yönünde hafif motivasyon sağlaması çok önemlidir. Ancak bu şekilde, yürümeye başlayan çocuğun kendisine duyduğu sevgi ve büyülü güçlerine olan inanç yerini, kendini tanıma ve yeni geliştirilmiş birey inancına bırakır.

Özet

Bu bölümde, ayrılma-bireyleşme aşamasında kimlik oluşumuna yönelik ilk adımları inceledik. Asıl ilgi alanımız, anne çocuk bağlamında ortalama bir çocukta benlik nesne farklılaşması ve benlik kimliğinin başlangıcı, yani “kuluçka dönemi” -psikolojik doğum-üzerine yoğunlaştı.

İlk 15 ay boyunca, bebek inanılmaz derecede değişir. Çaresiz, uyuyan ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda sürekli rahatsızlanan bir yenidoğan olarak dünyaya gelir. 15 ayın sonunda karmaşık duygulara ve dileklere sahip aktif aynı zamanda kendini keşfeden bir birey haline gelir. Annesi için olan sevgisi etrafındaki dünyayı ve kendi bedensel etkinliklerini içine alacak şekilde yayılmıştır. Bebek kendisini içerden dışarıya tanımada kısmen ilerlemiş, kendisini duyusal motor (sensorimotor) ve duyusal duygulanım (sensoriaffective) olarak geliştirmiştir.

15. aydan 24. aya kadar, bağımsız yürüme ve temsili zekanın ortaya çıkışı ile, çocuk benliğin ve nesnenin zorunlu ayrımı ile karşı karşıya kalır. Bu durum, annesi ile çatışmaları ve bireysel farkındalığın acısıyla gün yüzüne çıkar. Bu çatışmalar yakınlaşma krizi ile had safhaya yükselir.

 

Kaynakça

Brody, S. , & Axelrad, S. (1966), Anxiety, socialization, and ego formation in infancy. Internat. J. Psycho-Anal., 47:218—229.

Escalona, S. K. (1962), Some considerations regarding psychotherapy with psychotic children. Bull. Mennin. Clin., 12:126—134.

Freud, S. (1911), Formulations on the two principles of mental functioning. Standard Edition, 12:213—226. London: Hogarth Press, 1962.

Greenacre, P. (1958), Early physical determinants in the development of the sense of identity. J. Amer. Psychoanal. Assn., 6:612—627.

Jacobson, E. (1964), The Self and the Object World. New York: International Universities Press.

Lichtenstein, H. (1961), Identity and sexuality: A study of their interrelationship in man. J. Amer. Psychoanal. Assn., 9: 179—260.

 (1964), The role of narcissism in the emergence and maintenance of a primary identity. Internat. J. Psycho-Anal., 45:45—56.

Mahler, M.S. (1949), Remarks on psychoanalysis with psychotic children. Quart. J. Child Behav., 1:18-21.

 (1958), On two crucial phases of integration of the sense of identity: Separation-individuation and bisexual identity. Abstr. in: Panel on Problems of Identity, 1957, rep. D.L. Rubinfine. J. Amer. Psychoanal. Assn., 6:131-142.

(1963), Thoughts about development and individuation. The Psychoanalytic Study of the Child, 18:307—324. New York: International Universities Press.

(1967), Development of “defense” from biological and symbiotic precursors: Adaptive and maladaptive aspects. In: Panel on Development and Metapsychology of the Defense Organization of the Ego, rep. R.VV. Wallerstein.J. Amer. Psychoanal. Assn., 15:130—149.

 (1968), On Human Symbiosis and the Vicissitudes of Individuation: Vol. 1. Infantile Psychosis. New York: International Universities Press.

& Furer, M. (1963), Certain aspects of the separation-individuation phase. Psychoanalytic Quarterly, 32:1—14.

& Gosliner, B.J. (1955), On symbiotic child psychosis: Genetic, dynamic and restitutive aspects. The Psychoanalytic Study of the Child, 10: 195—212. New York: International Universities Press.

& McDevitt, J.B. (1968), Observations on adaptation and defense in statu nascendi: Developmental precursors in the first two years of life. Psychoanal. Quart., 37: 1—21.

Pine, F. , & Bergman, A. (1975),- The Psychological Birth of the Human Infant. New York: Basic Books.

Ross, J. R. , & DeFries, Z. (1949), Clinical studies in benign and malignant cases of childhood psychosis (schizophrenia-like). Amer. J. OrthoPsychiat., 19:295—305.

McDevitt,J.B. (1975), The infant: From birth to fifteen months. In: Personality Development and Deviation, ed. G. Wiedeman. New York: International Universities Press.

Rapaport, D. (1959), The theory of attention cathexis: An economic and structural attempt at the explanation of cognitive processes. In: The Collected PaPers of David RaPaPort, ed. M.M. Gill. New York: Basic Books, pp. 778-794.

 (1960), The Structure of Psychoanalytic Theory. Psychological Issues, Monograph 6. New York: International Universities Press.

Rose, G.J. (1964), Creative imagination in terms of ego “core” and boundaries.

Internat. J. Psycho-Anal., 45:75—84.

 (1966), Body ego and reality. Internat. J. Psycho-Anal., 47:502—509.

Spiegel, L.A. (1959), The self, the sense of self, and perception. The Psychoanalytic Study of the Child,  New York: International Universities Press.

Spitz, R.A. (1959), A Genetic Field Theory of Ego Formation. New York: International Universities Press.

 (1965), The First Year of Life. New York: International Universities Press.

Winnicott, D. W. (1956), Primary maternal preoccupation. In: Collected PaPerg.• Through Paediatrics to Psycho-Analysis. New York: Basic Books, 1958, pp. 300-305.

Wolff, P. H. (1959), Observations on newborn infants. Psychosom. Med., 21:110-118.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Whatsapp
1
Mesaj gönderin
Burak Okci
Mesaj gönderin.